TIP DİNİ
Kaynak: https://thelampmagazine.com/2021/07/30/the-medical-religion/
Bilimin zamanımızın dini, insanların inandıklarına inandıkları şey haline geldiği bir süredir aşikar. Modern Batı’da, üç inanç sistemi aynı anda bulunuyordu, hala da öyle veya böyle bu durumun devam ettiği söylenebilir: Hristiyanlık, kapitalizm ve bilim. Modern tarih boyunca bu üç “din” sık sık ve kaçınılmaz olarak kesiştiler, her defasında birbirleriyle çarpışıp, sonrasında ortak çıkarları doğrultusunda gerçek bir işbirliğine olmasa da, bir çeşit barışa ve bir arada barınma haline ulaşana dek uzlaşarak. Yeni olan ise, biz farkında değilken bilim ve diğer iki din arasında gizliden ve amansız bir çatışmanın alevlenmiş olması. Bugün, bilimin zaferleri gözümüzün önünde ve varoluşumuzun her veçhesini eşi benzeri görülmemiş bir şekilde tayin ediyorlar. Bu çatışma, eskiden olduğu gibi genel teori ve prensiplere değil de, deyim yerindeyse kültvari uygulamalara ilişkin. Tıpkı diğer dinler gibi, bilim de kendi kurumsal yapısını farklı biçimler ve rütbeler vasıtasıyla organize edip düzenliyor. Zımni ve kati dogmalarının oluşturulması sürecine, teknoloji dediğimiz şeyle örtüşen devasa ve karmaşık bir kültvari alan eşlik ediyor. Bu dinler arası savaşın başkahramanının, bilimin dogmaları daha esnek ve pragmatik yönü daha güçlü olan dalı olması şaşırtıcı değil: konusu canlı insan bedeni olan tıp. Gitgide daha fazla uğraşmak zorunda kalacağımız bu muzaffer inanç sisteminin belli başlı özelliklerini tanımlamaya çalışalım.
İlk özelliği, tıbbın, aynı kapitalizm gibi, özel dogmalara ihtiyaç duymaması, çünkü temel fikirlerini biyolojiden ödünç alma gibi bir kısıtı var. Fakat biyolojinin aksine, tıp bu fikirleri Gnostik veya Manişeist manada dile getiriyor, yani kutuplaştırılmış ikilikler üzerinden. Habis bir tanrı/taraf var, yani hastalık, temsilcileri mesela bakteriler ve virüsler — bir de iyilik dolu bir tanrı / taraf var: sağlık değil ama iyileşme, temsilcileri de doktorlar ve tedavi. Tüm gnostik inançlarda olduğu gibi, bu iki taraf birbirlerinden açıkça ayrılmış, ama pratikte birbirlerine bulaşabiliyorlar: iyi taraf ve temsilcisi, bu ikilik üzerine kurulmuş gerçekliği ve iyi tarafın savaşı için ihtiyaç duyduğu kültvari ihtiyacı geçersiz kılmadan “hata yapıp yanılabiliyor ve istemeden düşmana yardım edebiliyor”. Bu stratejiyi tahkim etmesi gereken ilahiyatçıların, biyoloji ve tıp arasındaki sınırda duran bir bilimin, virolojinin, temsilcileri olmalarının altı özellikle çizilmeli.
Daha önceleri, kültvari pratik, diğer ayinler gibi, bölümler halinde ve belirli sürelerle kısıtlı olarak uygulanırken, şu anda hiç beklemediğimiz şekilde şahit olduğumuz, bunun kalıcı, her yerde ve her zaman bulunan bir hal almış olması. Artık sadece ilaç almak, doktor tarafından görülmek veya ameliyat olmaktan ibaret değil. Bunun yerine, insanoğlunun tüm yaşamı, her anında, kesintisiz bir kült kutlama ayini alanı. Düşman (virüs) her zaman ve her yerde, sürekli ve amansızca savaşılmalı. Hristiyanlık dini de böyle totaliter eğilimleri iyi bilir, ancak onlar sadece varlığını kesintisiz duaya adamayı seçmiş belli başlı kişiler için — mesela rahipler — için geçerliydi. Bir din olarak tıp ise bu Aziz Paul’cü öncülü bağrına basıp, aynı zamanda tersine çeviriyor: rahipler manastırlarda birlikte dua etmek için toplaşırken, şimdi kült yine aynı adanmışlıkla fakat adananların birbirlerinden ayrı ve mesafeli kalmasıyla uygulanıyor.
Kültvari uygulama, artık serbest veya gönüllüğe dayalı değil, ruhani cezalara maruz bırakmakla da yetinmiyor: zorunlu ve yasal olarak zorlanabilir hale geldi. Din ve seküler güç arasındaki bu danışıklı dövüş şüphesiz yeni bir fenomen değil; ancak yeni olan, bu anlaşmanın dogmalara — kafir fikirlere — değil kültün kutsanmasına yönelik oluşu. Seküler güç teyakkuzda olmalı ki, tıp dininin — artık tüm hayatı kapsayan — ayini hakettiği şekilde yapılabilsin. Burada tanımladığımız şeyin bilimsel ve mantıki bir gereklilik değil bir kült uygulaması olduğu açık. Ülkemizde en sık rastlanan ölüm sebebi, açık ara kalp hastalıkları, ve bu hastalıkların daha sağlıklı yaşam ve beslenme tarzları edinilerek azaltılabileceği biliniyor. Ancak bu yaşam ve beslenme tarzlarını — hastalara tavsiye edilseler de — yasal yönetimin konusu yapmak, ne yememiz ve nasıl yaşamamız gerektiğini kanun gereği diye ilan etmek, tüm varlığımızı bir sağlık zorunluluğuna dönüştürmek hiçbir doktorun aklına gelmemişti. Ancak bu uygulanmaya başladı, ve en azından şimdilik insanlar aklın yolu buymuş gibi seyahat özgürlüklerinin, işlerinin, arkadaşlıklarını, aşklarının ve sosyal ilişkilerinin, kendi dini ve politik inançlarının kısıtlanmasını kabullenmiş görünüyorlar. Diğer iki Batılı dinin — İsa’nın dini ve paranın dini- üstünlüklerini tıbba ve bilime nasıl — üstelik savaşmadan — teslim ettiklerini görüyoruz. Kilise, lamı cimi yok, prensiplerini rafa kaldırdı, şimdiki papanın adını aldığı azizin cüzzamlılara sarıldığını, merhametin veçhelerinden birinin hastaları ziyaret etmek olduğunu, dini törenlerin yüz yüze yapıldığını unuttu. Kapitalizm ise, birkaç istisna hariç daha önce aklına bile getirmeyeceği verimlilik kayıplarını, olasılıkla daha sonra bu yeni din ile yeni bir ahenk yakalayıp yerine koyacağını umarak kabullenmiş görünüyor. (şu aşamada da kazanç sağlayacakmış gibi görünüyor)
Tıp dini, Hristiyanlığın yitirdiği dini cazibeyi ondan devraldı. Kapitalizm, dinin kurtuluş paradigmasını sekülerleştirerek, kıyamet günü fikrini elimine etmiş, yerine kefaret günü ve sonu olmayacak kalıcı bir kriz hali koymuştu. Kriz — krisis- orjinali Hipokrat metinlerinde yer alan, doktorun hastanın kurtulup kurtulamayacağına karar verdiği anı ifade eden tıp kökenli bir kavramdır. İlahiyatçılar, bu kavramı kıyamet günü kişi hakkında verilen hüküm olarak yeniden ele almışlardı. Şimdi yaşamakta olduğumuz istisna haline bakarsak, tıp dininin kapitalizmin kalıcı krizi ile Hristiyanların kıyamet günü fikrini birleştirdiğini, dünyanın sonunu nihai kararın sürekli olarak alınmakta olduğu ve sona doğru aynı anda hem acele ettiğimiz hem de onu yönetebilmek için sürekli ertelediğimiz, ve bir türlü tam olarak çözmeye vakıf olamadığımız bir sorun olarak ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Bu, sonunun gelmekte olduğunu hisseden, ancak Hipokratçı bir doktorun aksine, kurtulup kurtulmayacağına bir türlü karar veremeyen bir dünyanın dinidir.
Kapitalizme benzer ancak Hristiyanlık’tan farklı olarak, tıp dini kurtuluş veya kefaret vadetmiyor. Aksine, iç çekerek baktığı “iyileşme” ancak geçici olabiliyor, zira kötü tanrı — virüs — kati olarak yok edilemiyor: sürekli mutasyona uğruyor, ve güya daha da tehlikeli olan şekillere bürünüyor. Salgın, kavramın etimolojisinin belli ettiği üzere, öncelikle yeni politik ve politika dışı alanın zemini olmak üzere. Yaşadığımız salgının bir çok politik analiste göre, geleneksel dünya savaşlarının yerini alacağı söylenen küresel iç savaşın gerçekleşmesi olması mümkün. Tüm uluslar ve tüm insanlar, kendileriyle sürekli bir savaş halindeler, çünkü savaştıkları ele avuca gelmez ve görünmez düşman kendi içlerinde. Tarih boyunca çok defalar olduğu gibi, felsefeciler yine dinle çatışmaya girecekler — artık bu din Hristiyanlık değil bilim, veya bilimin din formuna bürünmüş parçası. Kazıkların tekrar yakılıp yakılmayacağını, yasaklı kitaplar listelerinin olup olmayacağını bilemiyorum, ancak kesinlikle gerçeği arayanlar ve baskın yalanı reddedenler, görmekte olduğumuz gibi, dışlanacak ve yalan haberler (fikirler değil haberler, çünkü haberler gerçeklerden önemlidir!) yaymakla suçlanacaklar. Gerçek veya uydurma tüm aciliyet anlarında olduğu gibi, filozofların cahillerce iftiraya uğradığını ve dolandırıcıların kendi yarattıkları felaketlerden kazanç sağlamaya çalıştığını göreceğiz. Bunlar çoktan oldu, ve olmaya devam edecek, ancak gerçeği söyleyenler da asla susmayacaklar, çünkü kimse şahitlerin başına gelenlere şahitlik yapmaz. (*)
(*) “nobody can bear witness for the witness” Yazar burada Alman toplama kamplarını yaşamış Yahudi şair Paul Celan’ın bir şiirinin son dizesine gönderme yapıyor. Agamben daha önce bu dizeler hakkında da yazmış. Beni oldukça zorladı bu dize, meraklısı şu yazıya bakabilir. https://jacket2.org/article/noone-bears-witness