KENNEDY SUİKASTİ : SOL’DA KOMPLO FOBİSİ
İlk kez Michael Parenti’nin 1993 tarihli Dirty Truths kitabında yayınlanmıştır. Çeviride kullanılan metin: http://911blogger.com/news/2008-05-28/michael-parenti-jfk-assassination-ii-conspiracy-phobia-left
Kimi insanlar, neredeyse imanın şartlarından biriymiş gibi, komplo teorilerinin kaçık fanteziler veya önemsiz sapıtmalar olduğuna inanıyorlar. Şüphesiz, çatlak komplo teorileri gerçekten var. Amerika Birleşik Devletlerinin siyah helikopterler kullanan gizli bir Birleşmiş Milletler ordusunca işgal edildiğini, veya gizlice Yahudiler, gayler, feministler, siyah milliyetçiler, komünistler veya dünya dışı varlıklar tarafından kontrol edildiğini düşünen insanlar var. Fakat bu, tüm komplo teorileri hayal ürünüdür demek değil.
Komplo, hukukta geçerli bir kavram: iki veya daha fazla kişinin yasa veya ahlak dışı sonuçlara ulaşmak için yasadışı işler yapma amacıyla gizlice güç birliği yapması. İnsanlar, bu tür komplo faaliyetlerinde bulunmaları nedeniyle hapse girerler. Komplolar devlet arşivlerinde kayıtlıdır, ve bazılarının gerçek siyasi ehemmiyetleri vardır. Watergate soygunu bir komploydu, üstünün örtülmesi de öyle, ki bu Nixon’ın düşüşüne neden oldu. Tasarruf ve Kredi Krizi, gelmiş geçmiş en büyük finansal suç, Adalet Bakanlığı’nca “binlerce yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetten oluşan bir komplo” olarak tanımlandı.
Komplo mu tesadüf mü?
Politik ve ekonomik güç mevkilerini işgal eden insanların bilinçli olarak daha fazla ayrıcalık ve menfaat elde etmeye çalıştıkları iddia edildiğinde, “komplo teorisi” terimi sıklıkla inkar eder tavırla kullanılır. Planlarını açıkça itiraf ettiklerinde dahi, kasıt söz konusu olduğunu inkar eden birileri çıkar. 1994’te, ABD Merkez Bankası yetkilileri, ekonominin “aşırı ısınmasına” karşı yüksek işsizlik seviyelerini koruyacak para politikaları izleyeceklerini ilan ettiler. Tüm alacaklı sınıf mensupları gibi, deflasyonist bir yolu tercih ediyorlardı. Bir tanıdığım bunu dostlarıyla paylaştığında şüpheyle karşılandı: “Merkez bankası bankerlerinin kasıtlı olarak insanları işsiz bırakmaya çalıştığını mı düşünüyorsun?”. Aslında sadece onun böyle düşündüğü yoktu, böyle olduğu basının ekonomi sayfalarında ilan edilmişti. Yine de arkadaşları onun bir komplo teorisi hayal ettiğini varsaydılar çünkü güçlü insanları kendi çıkarlarına yönelik bir işbirliği içinde olmakla itham etmişti.
San Francisco’da bir Word Affairs Council toplantısında bir katılımcıya, ABD liderlerinin eski komünist ülkelerde kapitalizmin yeniden inşa edilmesi için çok çaba sarf ettiklerini söylemiştim. “Bunun gerçekten kasti denilecek seviyede, bilinçli bir çaba olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sordu. Bunun benim varsayımım olmadığına işaret ettim. Defaatle Doğu Avrupa’da “serbest piyasa reformları” görme isteklerini ilan etmişlerdi. Ekonomik yardımları, neredeyse sadece özel sektöre akıyordu. Aynı politika diğer ülkeler için ayrılan yardımlarda da geçerliydi. Bu sebeple, 1995 yılı itibarıyla, Haiti’ye yapılacak 4.5 milyon dolar ABD yardımı, Aristide hükümeti kamu şirketlerini özelleştirme programında ilerleme kaydedemediği için askıya alınmıştı. (New York Times 25 Kasım 1995)
Komplo-fobisinden muzdarip olanlar “Gerçekten bir odaya kapanmış — bir masa etrafında oturmuş bir grup adamın bir şeyler planladığına mı inanıyorsun?!” demeye bayılırlar. Her nedense, bu görüntü onlara sadece reddedilmesi mümkün olabilecek kadar absürd geliyor. Oysa güç sahibi insanlar başka nerede bir araya gelecekler — parklardaki banklarda veya atlıkarıncalarda? Evet, aynen, odalarda buluşuyorlar, şirket yönetim kurulu odalarında, Pentagon komuta odalarında, Bohemian Korusu’nda (bizdeki Büyük Kulüp çağrışımlı bir “centilmenler kulübü”ne ait tesisler — çev), en iyi restoranların seçkin yemek odalarında, resortlarda, otellerde, plazalarda, Beyaz Sarayın çok sayıdaki konferans odalarında, NSA’de, CIA’de, her
neredeyse. Ve evet, bilinçli kumpaslar kuruyorlar — her ne kadar bunu planlama ve strateji olarak adlandırsalar da — ve bunu büyük gizlilik içinde yapıyorlar, genellikle planlarının kamuya ifşa edilmesine tüm güçleriyle karşı koyarak. Kimse siyasi ve şirket sahibi elitlerden ve kiraladıkları uzmanlardan daha fazla kumpas ve plan yapmıyor. Dünyayı, dünyaya sahip olanlar için daha güvenli kılma amacıyla, mülk sahibi sınıfların siyasetin içindeki uzantıları, milyarlarca dolar harcayan ve sayısız insanın askeri olduğu bir milli güvenlik devleti inşa ettiler.
Yine de, üstenci ve inanmaz gülüşlerle “gerçekten en tepedeki insanların gizli ajandaları olduğunu, kendi büyük çıkarlarının farkında olduklarını, bunlar hakkında birbirleriyle konuştuklarını mı düşünüyorsun” diye soran insanlar var. Buna, “neden yapmasınlar?” diye cevap veriyorum. Her şirketin ve siyasi elitin doğrudan yüksek güç ve mülk çevreleri için çalışmaya adandığını kastetmiyorum. Yenilmez olduklarını veya değerlendirmeleri ve taktiklerinin her zaman doğru olduğunu, ya da yeni durumların çıkarlarını nasıl etkilediğinin farkına anında vardıklarını da kastetmiyorum. Ancak, diğer sosyal gruplara kıyasla, devasa çıkarlarını korumaya daha hazır ve daha yetkinler.
Bunun alternatifi, güçlü ve ayrıcalıklıların uyurgezer olduğuna inanmak: güç ve ayrıcalığın farkında olmadan hareket ettiklerine, bize her zaman doğruyu söylediklerine ve onca şeyi saklamalarına rağmen bizden saklayacak bir şeyleri olmadığına, biz sıradan insanların bile çoğu bilinçli şekilde kendi çıkarlarımızın peşinden koşarken elitlerin bunu yapmadığına; tepedekiler dünyanın her yerinde güç ve şiddet uyguladığında bunu sadece bize söyledikleri takdire şayan sebepler için yaptıklarına; sayısız ülkede örtülü operasyonlar için finans, silah ve eğitim sağladıklarında ve bu rollerini kabul etmediklerinde, bunun gözden kaçırmaları veya unutkanlıkları, hatta belki de mütevazılıklarından dolayı olduğuna; ve milli güvenlik devleti politikalarının tutarlı olarak ulus ötesi şirketlerin ve sermaye birikimi sisteminin çıkarlarına hizmet ediyor olmasının sadece bir tesadüf olduğuna..
Kennedy ve Sol Eleştirmenler
1991–92 kışında Oliver Stone’un JFK filmi toplumun Başkan John Kennedy suikastine dair sorulara olan ilgisini canlandırdı. Ana akım medya filme karşı uzun süren bir aşağılama hareketi başlattı. Muhafazakarlar ve liberaller, kamuoyuna başkanın öldürülmesinin ardında bir komplo olmadığı çünkü ABD’de böyle şeylerin gerçekleşmediğini anlatmak üzere safları sıkılaştırdılar.
Ne yazık ki normalde Sol’de tanımlanan bazı yazarlar da herhangi bir komplonın gerçekleşmiş olması ihtimalini reddettiler. Sağcılar ve merkezciler mevcut kurumların meşruiyetini koruma ve halkın devletin çeteci doğasını görmesini engelleme endişesi içindelerken, solcuların farklı endişeleri vardı, ancak bu endişelerin ne olduğu belirgin değildi.
Noam Chomsky, Alexander Cockburn ve diğerleri Kennedy’nin Vietnam’dan çekilmeye niyetlendiği için veya CIA’yi kapatmakla tehdit ettiği için veya soğuk savaşı bitirmek istediği için öldürüldüğü fikrine karşı çıktılar. Düşüşüne bunlar neden olmuş olamaz dediler, çünkü Kennedy soğuk savaş yanlısı ve CIA taraftarıydı, Vietnam’dan da ancak askeri zaferle çekilmek istiyordu. Chomsky JFK suikastiyle gerçekleşen yönetim değişikliğinin politikada gözle görülebilir bir etkisinin olmadığını öne sürdü. Gerçekte ise, Johnson tarafından başlatılan büyük kara savaşı ve Nixon’un emrettiği Vietnam, Kamboçya ve Laos’un toplu bombardımanı Kennedy’nin politikasından çarpıcı bir ayrılığı resmediyordu. Yer yer Chomsky spekülasyon yapmayı reddettiğini söyledi: “JFK yaşasaydı ne yapacağı konusunda söyleyebileceğim bir şey yok” Başka zamanlarda ise Kennedy’nin “değişen şartlara, yakın danışmanlarının ona söylediğinden
farklı reaksiyonlar vermeyeceği” ve “CIA’i geliştirip güçlendirme konusundaki taahüdünde ısrarlı olmaya devam edeceği” yönünde tahminlerde bulundu.
Kanıtlar Kennedy’nin Kamboçya’nın tarafsızlığını gördüğüne ve ateşkes ile Laos’ta bir koalisyon hükümeti kurulması pazarlığı yaptığına işaret ediyor, CIA bu pazarlığın şartlarını yerine getirmeyi reddetti. Ayrıca hayatta kalan bir diğer Kennedy, Robert Kennedy’nin Johnson yönetimiyle Vietnam konusunda çatıştığını ve kamuya kardeşinin büyük hatalar yaptığını ilan ettiğini biliyoruz. Robert, (savaş karşıtı) fikri dalgaya eklemlendi, ılımlı bir milletvekiline evrildi, barış yanlısı bir başkan adayına dönüştü — sonunda kendisi de öldürülmeden önce. İki kardeş çok yakın çalışmıştı ve genelde benzer zihniyetlerdeydiler. Bu John Kennedy’nin de Robert’ınkine benzer bir dönüşüm yaşayacağı sonucuna varmamıza yetecek kanıt vermese de, JFK’in Johnson ve Nixon yönetimlerince alınan istikameti takip etmesinin mukadder olduğunu varsaymadan önce duraksamamızı sağlayabilir.
Bu tartışmanın ortasında, Chomsky JFK’in bir zafer olmaksızın Vietnam’dan çekilmeye hiç niyetinin olmadığını öne süren koca bir kitap yazdı. Gerçekte, Kennedy farklı zamanlarda farklı şeyler söylemişti, bazen Vietnamı öylece terkedemeyeceğimizi, bazen de Vietnamlıların kendi savaşlarını kendilerinin vermesi gerektiğini.
Kennedy’nin en yakın yardımcılarından Kenneth O’Donnell, başkanın 1964 seçimlerinden sonra Vietnam’dan çekilmeyi planladığını yazdı. CIA’in örtülü operayonlarına askeri destek sağlayan Teğmen L. Fletcher Prouty’e göre sadece Amerikan askerlerinin değil tüm Amerikalıların çekilmesini — yani CIA memurları ve ajanlarının da- öngören 263 sayılı Ulusal Güvenlik Eylem Belgesi’nin “etli kısımlarını” Kennedy dikte ettirmişti. Prouty o nedenle başkanın “kendi ölüm fermanını imzaladığını” düşünüyordu. Ordu gazetesi “Stars and Stripes” şöyle bir başlık geçti: “Başkan 1965’e Kadar Tüm Amerikalılar Dışarı Diyor”. Poutry’ye göre “Pentagon öfkeden deliye dönmüştü. Pentagon koridorlarında JFK küfür olarak kullanılıyordu”.
Çekilme hususuna odaklanan Chomsky, başkanın işleri kara savaşına vardırmaya isteksizliği hakkında hiçbir şey demiyor. Bu çok önemli noktada Chomsky’nin verdiği tek şey Roger Hilsman’a atıfla Güney Vietnam’da Kennedy’nin de kara ordularını kullanacağı spekülasyonu. Gerçekte, aynı Hilsman, ki kendisi Kennedy’nin Uzak Doğu İlişkileri Devlet Bakanıydı ve Vietnam’dan sorumlu memuruydu, New York Times’a yazdığı uzun bir mektupta (20/01/1992), 1963 yılında Başkan Kennedy’nin “Vietnam’ın bir Amerikan savaşına dönüşmesine izin vermemekte kararlı olduğu”, yani danışmanlarının aksine kara birliklerini Vietnam’da savaşa göndermeye ve Kuzey Vietnam’ı bombalamamaya kararı olduğunu yazdı. Kennedy’nin Arthur Schlesinger Jr. ve General General Maxwell Taylor gibi başka yardımcıları da aynı fikri yinelediler. Taylor “Kennedy’nin istediği son şey kara birliklerini kullanmaktı. Bir kişi hariç kimsenin buna karşı olduğunu anımsamıyorum, o kişi de Başkan’dı.” diyordu. Kennedy, ölümünden sonra Lyndon Johnson tarafından girişilen ve Vietnam’daki ABD askerlerinin sayısını 17.000’den yaklaşık 250.000’e çıkartan ve onları topyekün kara savaşına sokan tırmanmaya karşı durdu.
Kennedy ve CIA
Chomsky, CIA’in JFK’i öldürmeyi istemek için yeterli sebebi olmadığını öne sürer, çünkü ona göre Kennedy zaten adanmış bir soğuk savaş karşıdevrimcisiydi. Chomsky bu sonuca, kendisinin bugün sahip olduğu tarih okumasına CIA’in 1963 yılında sahip olduğunu varsayarak ulaşır. Ancak yerleşik güç sahipleri, dünyayı sol analistler gibi okumamakla nam salmışlardır. Chomsky’nin varsayımlarını kabul etmek için, onun ve diğerlerinin öne sürdüğünden farklı verilere ihtiyacımız var, yalnızca Kennedy yönetiminin
müdahaleci söylemlerine ve politikalarına değil, 1963 yılında istihbarat çevrelerinde ve alakalı yerlerde fısıldanan daha mahrem fikirlere odaklanan verilere.
Bir örnek sunalım: New Deal’in çalışan sınıfa çok az faydası olduğunu ve Franklin Roosevelt’in aslında kamuoyu önünde sürekli telin ettiği “ekonomik soyluların” çıkarları için çalışan bir araç olduğunu düşünüyor olabiliriz. Buradan yola çıkarak, plütokratların Merkez Bankası’nın büyük şirketleri “kendilerinden koruma çabalarını” desteklemeye teşne oldukları sonucuna varabiliriz. Fakat plütokratların çoğu “Beyaz Saray’daki adamı” sınıf haini olarak gördüler. Bunun sebebini anlamak için o günlerde New Deal’i nasıl algıladıklarına bakmanız gerekir, bugün nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair sahip olduğumuz fikirlere değil.
Gerçekte, Başkan Kennedy, CIA’in hoşgörebileceği biri değildi, ve bu hisleri karşılıklıydı. JFK, üst düzey yöneticilerinden birine “CIA’i paramparça etmek ve parçalarını rüzgara savurmak istediğini” söylemişti (New York Times 25/04/1966). İkinci Domuzlar Körfezi işgaline hazırlanan silahlı CIA kamplarını kapatmış, ve teşkilatı zapturapt altına alacaklar başka adımlar atmıştı. En güçlü ve itaatsiz liderlerini (Allen Dulles, Charles Cabell, Richard Bissell) kovmuştu. Yetkilerini ve gücünü azaltmaya çalışmış ve gelecekteki olası hareketlerine sınırlar koymaya çalışmış, CIA’in geçmiş usulsüzlüklerini araştıracak bir yüksek komite kurdurmuştu.
1963 yılında CIA yönetimi, Pentagon komutası, Castro karşıtı Küba göçmenleri ve ilgili diğer sağcılar, FBI başkanı J.Edgar Hoover Kennedy’den nefret ediyorlardı ve ulusun geleceğinin ona emanet edilemeyeceğini düşünüyorlardı. Ona “Beyaz Saray’daki sorumsuz” diyorlardı. Roger Craig, bazı Dallas polis memurlarının Kennedy’nin icabına bakılmasını istedikleri yorumları kayda düşmüştür. Bir kaç yıl önce bir radio talk şovunda bir dinleyicinin telefon bağlantısında şöyle dediğini duydum: “Bunu ilk kez söylüyorum. Ordu istihbarat servisinde çalışıyordum. 1963 yılında Japonya’daydım ve o dönem Kennedy’nin istihbarat çevreleriyle uğraştığı için öldürüleceği lafları dönerdi. Öldüğü haberi geldiğinde tek duyduğum “piçi hallettik” gibi mutluluk nidalarıydı”.
First Hand Knowledge kitabında, CIA görevlisi Robert Morrow, CIA görevlilerinin, Kennedy’nin ABD ordusunu Domuzlar Körfezi’ne göndermeme “ihaneti” nedeniyle hissetikleri nefret duysunu not düşer. Yüksek rütbeli bir küba göçmeni CIA görevlisi, Eladio del Valla, Morrow’a suikastten iki hafta önce “dün akşam öğrendim. Kennedy’i Dallas’da halledecekler” demiş. Morrow ayrıca CIA direktörü Richard Helms’in Kennedy suikastinde “teşkilattan birinin parmağı olduğunu bildiğini” yazar, “doğrudan veya dolaylı olarak, yüksek ve kritik pozisyonda biri”… Helms suikastte CIA dahiliyetinin üstünü örttü”.
JFK cinayetinden bir kaç yıl sonra, Başkan Johnson Matvin Watson’a “suikastle bağlantılı bir gizli plan olduğuna ikna olduğunu” ve CIA’in bununla bir ilgilisi olduğunu düşündüğünü söyledi. (Washington Post 13/12/1977) Ve Robert Kennedy kardeşinin ölümünde CIA parmağı olduğuna sair şüphelerini dile getirmeye devam etti.
Kennedy’nin CIA, Pentagon ve başka yerlerdeki düşmanları, Domuzlar Körfezine hava desteği sağlamayı reddetmesine, Hind-Çini’ne büyük kara güçleri sevketmekteki isteksizliğine, Kruşçev’e Küba’nın işgal
edilmeyeceği garantisi vermesine, Castro ile yakınlaşma hamlelerine ve Batı yarımküre’de farklı ekonomik sistemlerin varlığına göz yumabileceğini dile getirmesine, Moskova ile nükleer denetleme anlaşmasına, ABD’nin Sovyetler’e karşı soğuk savaş politikalarının gözden geçirilmesi çağrısı yaptığı Ameikan Üniversitesi konuşmasına, General Elektrik’e karşı açılan rekabeti koruma davasına, fiyat artışlarına karşı U.S Steel ile kavgasına, Merkez Bankası yönetiminin milli para üzerindeki milyar dolarlık tekeline karşı duruşuna, işçi kongrelerinde sıcak karşılanmasına ve ırklar arası eşitlik çağrılarına kafayı takmışlardı. Bunlar soldaki bazıları için yeterli olmayabilir, ancak sağdaki bir çoğu için fazla ileri gitmek demekti.
Solun Saşkınlıkları ve Warren Komisyonu
Progressive editörü Erwin Knoll, komplo tezlerine — özellikle Oliver Stone’un filmine- düşmanlık besleyen bir başka sol eleştirmendi. Knoll Kennedy’i kimin öldürdüğüne dair bir fikri olmadığını itiraf etmekle beraber, Stone’un filminin “manipülatif” olduğunu ve yanlış cevaplar sunduğunu söylemekten de geri durmuyordu. Eğer kimin öldürdüğüne dair fikri yoksa, filmin yanlış olduğu sonucuna nasıl varabilir?
Knoll Stone’un filminin “gerçek ve kurgunun karışımı” olduğunu söyledi. Elbette, dramatizasyonun bir kısmı kurguydu, ancak Clay Shaw’un yalancı şahitliği, Daeley Meydanı’ndaki görgü tanıklarının ifadeleri, kanun görevlilerinin tavırları ve diğer şüpheli durumlar gibi esaslar hususunda, film ciddi araştırmacıların bulgularına sadık kalmıştı.
Bir esneklik şovu yaparak, Knoll “Warren komisyonunun acele, yalapşap bir iş çıkardığını” teslim eder, ancak burada da cehaletini belli etmekten kurtulamaz. Gerçekte, komisyon bir kaç ay boyunca elli bir uzun oturum yapmıştır, ki bu bir çok benzeri soruşturmadan uzun bir süredir. Komisyon yirmi altı cilt ifade ve kanıt ortaya koymuştur. FBI ve CIA’in kaynakları ve profesyonelleri emrine amadedir. Aceleci ve yalapşap olmanın aksine, adım adım önceden belirlenmiş bir sonuca ulşamaya yönelik teoriler ortaya koymuştur. Başından beri, Oswald’ın yalnız başına hareket eden bir suikastçi olduğunu varsaydığı belirgin, hazırlanmış bazı sorular sormuştur.
Warren Komisyonu Oswald’ın geçmişi, geçmiş yıllardaki ve suikast günündeki faaliyetleri, Jack Ruby’nin geçmişi ve Oswald’I öldürdüğü günkü faaliyetleri gibi konuları incelemek için altı sorgulama yaptı. Mark Lane’in not düştüğü gibi, Kennedy’i kimin öldürdüğünü bulmaya çalışan yedinci bir oturum çok gerekliydi. Komisyon buna gerek görmedi, zaten kararını vermişti.
Sözde gerçeği gün ışığına çıkarmayı amaçlıyor olsa da, Warren Komisyonu gizlilik içinde hareket etti. Toplantılarda yaşananlar çok gizli olarak sınıflandırıldı ve binlerce evrak ve diğer kanıt 75 yıllığına mühürlendi. Komisyon çitlerin arkasından ateş eden insanlar gören ve duyan şahitleri ifadeye çağırmadı. Bazı şahitlerin ifadelerini, bu şahitlerin daha sonra şikayet ettikleri üzere, yanlış kaydetti ve
bazılarınınkini de kendine göre yorumladı. Bütün bunlar dikkatli bir çabanın sonucuydu. “Aceleci ve yalapşap” bir soruşturmanın hataları rastlantısal olurdu, oysa Komisyon’un yanlışları hep önceden belirlenmiş bir hipotez doğrultusunda yapılmış gibiydi.
Erwin Knoll, Amerikan halkının hemen kandırılmasını küçümseyerek konuşur ve halkın bu zaafını sömürdüğü için Oliver Stone’den nefret ettiğini söyler. Gerçekte, Amerikan kamuoyu hiç de “kanmamıştı”. Resmi açıklamayı, bir kısım sol eleştrimenin yuttuğu gibi yutmamıştı. Anketler halkın %78’inin bir komplo olduğuna inandığını gösteriyor. Cockburn de Chomsky de bu bulguyu, halkın %70’nin mucizelere de inandığını söyleyerek kulak ardı ediyorlar. Fakat aslında, insanların bir konuda yanılıyor olmaları her konuda yanıldıkları anlamına gelmez. Cockburn ve Chomsky’nin kendileri bunun kanıtı zaten.
Her halükarda, karşılaştırma iki farklı şey arasında. Chomsky ve Cockburn kamuoyunun mucizeler konusundaki aldanabilirliğini, otuz yıl boyunca kendilerine yedirilmeye çalışılan resmi söyleme kanma konusundaki isteksizlikleriyle karşılaştırıyorlar. Eğer birisinin kolay kandırılabildiğinden söz edeceksek, bu kişi Nation gazetseindeki sütununda Warren Komisyonu’nun “aynı anda hem Kennedy hem de Connelly’i vururken havada yön değiştiren ve yine de yepyeni kalabilen sihirli mermi teorisini” destekleyen Alexander Cockburn olurdu.
Chomsky “kamu kayıtlarında geniş çaplı bir komploya dair hiç iz ve sızıntı olmamasının kayda değer bir gerçek olduğunu” ve “güvenilir gerçek kanıtların bulunmadığını” söyler. (Z dergisi, Ocak 1993 ve bana yazdığı 15/12/1992 tarihli mektup). Neden bu çaptaki bir komplonun katılımcıları cinayete dair “bir kayıt tutarak” (o da her neyse?!) her şeyi riske atsınlar? Neden kamuya bilgi sızdırarak hayatlarını riske atsınlar? Katılımcıların büyük çoğunluğu sadece resmin küçük bir parçasını bilirler. Ancak hepsi, eğer fazla konuşurlarsa karşılarına dikilecek inanılmaz kuvvetli ve kötücül güçlere dair fikir sahibidir. Hatta, soruşturmacılarla işbirliği yapanların bir çoğu zamansız şekilde ölmüşlerdir. Ve nihayet, Oswald’ın suikastçi olduğuna dair hangi kesin ortaya konmuştu ki?
Chomsky, gün ışına hiç bir kesin kanıtın çıkartılamadğına dair eleştirisini, ancak ortaya çıkartılmış dağ gibi kanıta bihaber kalarak sürdürebilir. Bir jürinin, Başkan Kennedy’nin kısmen CIA görevlileri Howard Hunt ve Frank Sturgis ile FBI muhbiri Frank Ruby’nin dahil olduğu bir komplo sonucu öldürüldüğü sonucuna ulaştığı bir mahkeme kararı bile mevcut.
Nixon’ın danışmanı Haldeman, hatıratında şu itirafı yapıyor: “Kennedy öldürüldekten sonra CIA muhteşem bir karartma operayonu başlattı. Watergate skandalında yaptığına benzer bir biçimde, CIA resmen Kennedy suikasti ve CIA arasındaki bütün bağlantıları sildi”.
Gerçekte de, eğer ortada bir komplo yoktuysa, bu kadar gizlilik ve karartmaya ne gerek vardı? Eğer Oswald yaptıysa, saklayacak ne var ve CIA ile FBI ilgili yüzbinlerce evrağın serbestçe halka açılmasına neden hala direniyor? Her şeyi ortaya dökmeleri ve Oswald’ın suçlu olduğuna ve hatta kendilerinin suikastta parmağı olduğuna dair şüpheleri bir an önce susturmak istemeleri gerekmez mi?
Erwin Knoll, Naom Chomsky, Alexander Cockburn ve Kennedy komplosu bulgularına saldıran soldaki diğerlerinde ilgi çekici olan, yapılan kritik soruşturmaların hepsine dair sarsılmaz cehaletlerini sürdürmeleri. Onlarla atışmalarımızda sürekli buna işaret ettim ve asla bunu inkar etmediler. Başkanın ölümünde CIA komplosuna ve cinayeti örtme konusunda daha da büyük komplolara işaret eden bağımsız araştırmacıların yaptığı bir çok çalışmayı hiç okumadılar. Ancak bu onları komplo suçlamalarını en beylik ve asılsız sözlerle savuşturmaktan alıkoymadı.
Yapılsalcılar Ne Alemde?
Üzerlerine gidilirse, Cockburn ve Chomsky gibi bazı sol eleştirmenler bazı komploların var olduğunu teslim ederler ancak genelde çok önemli olmadıklarını ve dikkatleri kurumsal ve yapısal güç ilişkilerinden uzaklaştırdığını söylerler. Benim anladığım kadarıyla, yapısal analiz olayların bir kaç “hasbelkader politik aktörün” aklına eseni yapıvermesinin değil, daha büyük güç ve çıkar konumlanmalarının eseri olduğunu söyler. Yapısal trendlerin politikaya sınırlar çizmesi ve liderler üzerinde büyük baskılar oluşturabildiği sır değildir. Ancak bu bütün politikanın önceden belirlenmiş olduğu anlamına gelmez. Temel sınıf çıkarlarına ihanet söz konusu olmadığı sürece, farklı liderler farklı yollar izleyebilirler ve bu izledikleri yollar milyonların hayatını doğrudan etkilemeye devam eder. Bu nedenle, Nixon yerine Kennedy, veya Johnson ve Humphrey başkan olsaydı da Kamçboçya ve Laos’un yaygın b-52 bombardımanına tutulacağı baştan kesinleşmiş değildir. Eğer sol eleştirmenler uzun vadede bunlarn fark yaratmadığını düşünüyorlarsa, bunu hayatını kaybeden yakınları ve mahvolan hayatları için yas tutan milyonlarca Hintçinli’ye söylemezlerse iyi ederler.
Herhangi bir komplo araştırmasından kaçınmaya sığınan Sol’dakiler için, ya hep ya hiç söz konusudur: politikaya bakışınızda ya “yapısalcısınızdır” ya da tarihi gelişmeleri gizli kabalların planlarına indirgeyen ve büyük sistemik güçleri gözden kaçıran bir “komplocusunuzdur”. Chomsky, “her ne kadar zor ve keyif kaçırıcı olsa da, kurumların ve onların belirlediği politikalarla eylemlerin gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçamayız” der.
Sanıyorum aklındaki kurumlardan biri CIA. CIA operayonlarının çoğu, tanımı gereği komplodur, örtülü eylemler ve gizli planlara dayanır ve bir çoğu tatsız işlerdir. Örtülü operasyonlar komplo değillerse nedir? Aynı zamanda, CIA bir kurumdur, milli güvenlik devletinin yapısal bir parçasıdır. Özetle, teşkilat kurumsallaşmış komplodur.
Chomsky ve Cokburn’e cevap verdiğim yazılarımda (ikisi de argümanıma cevap vermediler) belirttiğim üzere, komplo ve yapısal ilişkiler bir arada var olamayacak dinamikler değildir. Komplonun varlığını baştan reddeden bir yapısal analiz büyük resmi görememe riski taşır. Komplolar milli güvenlik sisteminin bir parçasıdır, bu ssitemden sapmalar değillerdir. Hakim elit, hem örtülü komplo eylemlerini hem de açıkça meşru prosedürleri yurtiçi ve yurtdışında kullanır. Seçim kampanyalarını ve yayınevlerini de finanse ederler, çeteleri ve ölüm mangalarını da. Akla gelebilecek her stratejiden faydalanırlar: dünyayı, sahipleri için güvenli bir yapma ajandalarının önünde bir engel olarak algıladıkları kendilerinden birini öldürmek de dahil.
JFK filminin kitleler önüne taşıdığı komplo bulguları, bir çok insanın bu ülkede nasıl bir çete devleti bulunduğunu ve dünyada neler çevirdiklerini farketmelerini sağladı. JFK komplosunu araştırırken, araştırmacılar Chomsky’nin dediği gibi “zor ve keyif kaçırıcı” bir şeyden “kaçmaya” değil sözde demokrasi olması gereken bir devlet yapısının doğası hakkında çok ciddi sorular sormaya çalışıyorlardı.
Yapısalcı bir duruş, tarihte insan etkisini yok sayamaz. Kurumlar kendi kendilerini oluşturan somutlaşmış güçler değildir. “Şirket ve sınıf çıkarlarının büyük devamlılığı” (Cockburn’ün tanımıyla) kendi köşlerinde gerçekleşiveren ayrıksı şeyler değildir. İmparatorluklar da milli güvenlik kurumları da bir dalgınlık anında oluşuvermezler.Geniş çaplı koşulların yanısıra yaşayan insanların bilinçli çabalarıyla da ortaya konurlar. Bunun kanıtı, bilinçli fonksiyonu ekonomi-politik hegemonyasını yeniden üretmek olan milli güvenlik devletinin varlığının ta kendisidir.
Hayatının büyük kısmını yapsalcı yaklaşım kullananan kitaplar yazmış biri olarak, ABD sisteminin yapısal analizine ya çok az yanaşan ya da hiç yanaşmayan ve yapısalcı yaklaşımı teorik olarak pek kavrayamamış birilerinden, yapısalcılığın önemine dair uyarılar almamı ironik buluyorum. Bir kaç marksist dergi dışında, Chomsky ve Cocburn’ün de yazdığı sol yayınlarda sistemik ve yapısalcı analizler bulmak pek mümkün değil. Bu yayınların çoğu tekil olaylara ve sorunlara odaklanıyorlar, çoğu Kennedy suikastinden çok daha az önemde olaylara.
Sol yayınlar Watergate, Cointelpro, Iran — Contra, Iraqgate, CIA’in silah karşılığı uyuşturucu ticareti, tasarruf ve kredi krizi skandalı gibi komplolara oldukça yer ayırdılar. JFK suikasti önemsizken bunların neden önemli olduğu hiç açıklanmadı. Chip Bertlet Lyndon LaRouche’ın finansal dolandırıcılıklarını ve komplolarını (ki La Rouche bu nedenle hapse atıldı) araştırmak için oldukça fazla zaman harcarken, komplo araştırmalarını da düzenli olarak telin eder. Berlet neden LaRouche komplosunun araştırmaya değer olduğunu ancak JFK suikastinin olmadığını hiç açıklamaz.
G. Willian Domhoff’un işaret ettiği üzere: “Eğer komplo bu adamların (hakim sınıf) kendi çıkarlarının farkında olduklarını, birbirlerini tanıdıklarını, kayıt dışı ve özel görüşmeler yaptıklarını ve bazı olaylarla sorunlara nasıl yaklaşmları gerektiği konusunda mutabık kalmaya çalıştıklarını söylemekse, Dış İşlerin’de, İktisadi Kalkınma komitelerinde, Milli Güvenlik Şuralarında ve CIA’de yeteri kadar komplonun döndüğünü söyleyebiliriz.” Kurumsal komplonun bu fadalı tanımını yaptıktan sonra Domhoff meseleyi bulandıran bir karikatür çizer: “dünyadaki bütün kötülüklerden sorumlu gizli bir şeytani planın varlığına inanmaya çok yatkınız, komplo teorileri bir kaç kötü adamdan kurtulursak dünyanın düzeleceğine inanmamızı sağlar”
Bu indirgemeci fikre Peter Dale Scott şöyle yanıt verir: “Kennedy suikastini hakkıyla anlamamız, sadece bir kaç kötü adama değil, sistemik olarak nasıl yönetildiğimizi düzenleyen yapısal ve siyaset üstü işleyişe ulaşmamızı sağlayacak”
Kennedy Neden Önemli?
Sol eleştirmenler, Kennedy suikasityle uğraşan insanların Kennedy’I romantize ettiği ve kıymetli enerjilerini yanlış yere harcağından duydukları endişeyi dile getirirler. Chomsky, Nazi- benzeri sağ propogandacıların albenisinin solda karşılığı olduğunu iddia eder: “Komplocular. California çevresinde mesela, sol paramparça oldu çünjü Kennedy suikastinin arkasında gizli hükümetler, CIA komploları falan görüyorlar. Bunlar solun büyük kısmını sildi süpürdü”. Chomsky bu acayip açıklamasını destekleyecek bir kanıt sunmaz.
Sol eleştirmenler insanların kafalarının karışmasından veya Kennedy’nin iyi biri olduğunu düşünmelerinden korkuyorlar. Cockburn Kennedy’nin hakim sınıfın bir hizmetkarından başka bir şey olmadığını söylüyor: “ o yüzden nasıl öldüğü kimin umrunda?” (Nation 03/09/1992 ve 18/05/1992). Sol eleştirmenlerin Kennedy nefreti, öldürülmesinin politik önemi konusundaki muhakemelerini bulandırıyor. Kurbanın politik alçaklığı ile suikastinin yüksek politik önemini, demokrasi için ne anlama geldiğini ve devletin gangster doğasını nasıl açık ettiğini karıştırıyorlar.
1894 yılında Captain Alfred Dreyfus muhafazakar bir militaristti. Clemecau “adamın adı Dreyfus olmasaydı –anti Dreyfusçu olurdu” der. Bu Dreyfus olayı hakkında dönen politik mücadelenin zaman kaybı olduğu anlamına gelir mi? Mevzu kısa sürede Dreyfus’u ve sağ — sol ikiliğini aşıp ordunun yanında saf tutanlar ve anti-Semitler ile cumhuriyet ve adaletin yanında saf tutanlar arasında bir çekişmeye dönüştü.
Filipinler ayrıcalıklı sınıfının bir üyesi olan Benigno Aquino da, Kennedy’den daha muhafazakardı ve büyük yapısal değişiklikler vaadetmeişti. Bu, Filipin halkının, Benign suikastiyle sonuçlanan komployu önemsiz bir mevzu, hakim sınıf içi bir çekişme olarak görmesi gerektiği anlamına mı gelir? Aksine, bunu nefret edilen Marcos rejimini ifşa etmek için kullandılar.
Arcbishop Romero, Saldvador aristiokrasininin bir üyesiydi, aksi halde kilise hiyerarşisinin tepesine tırmanamazdı. Ancak savaş ve yoksullar hakkında eleştirel tespitlerini dile getirmeye başladıktan sonra, suikaste kurban gitti. Eğer öldürülmeseydi de, Salador tarihin çok farklı şekilde işleyeceğini sanmıyorum. Fakat bu, ülkedeki dayanışma gruplarının bu cinayeti Salvador devletinin katil ve gangster doğasını ifşa etmek için kullanmamaları gerektiği anlamına mı gelir? (Bu soruları bir yazı ile Chomsky’e sordum ancak cevap vermedi).
Fırsatı kullanmaktansa, bazı sol yazarlar, suikstin üstünün örtülmesi konusunda endişelen insanların bir takım duygusal ihtiyaçlar içinde oldukları yakıştırmasını yaparlar. JFJ komplosunu gözden düşürmek için özel bir göreve çıkmış gibi görünen Max Holland’a göre “ulus bir mit tarafından ele geçirilmiş ve gerçeklikle bağı kopmuştur, Amerikalı’lar kendi tarihlerini ikar etmektedir”. Chomsky “genel huzursuzluk ve sosyal çözülme dönemlerinde, mesihçiliğin canlanmasının alışıldık olduğunu” yazar. 1992’de böyle iki hareket görmüştür: bağımsız aday Ross Perot’a olan ilgi (bizdeki Cem Uzan benzeri bir etki yaratan politikacı- çev) ve “Kennedy mevzusunun dirilmesi”. Kitlelerinin farklı olduğunu teslim etse de, hepsini “JFK — Perot sempatizanları” çuvalına atar. JFK suikastine olan kamu ilgisi “kayıp bir Mesih’e duyulan arzudan ibarettir”.
Ben şahsen, milyonlarca insanın katıldığı bir Perot hareketiyle ilgili kanıtlara sahibim ancak Kennedy’nin dirilmesine, veya kayıp bir Mesih özlemi isteğine sahhip kimseyi görmedim. Evet, Kennedy suikastine yönelik ilgide bir canlanma oldu, ancak bu başka bir şey. Bu tartışma boyunca, Chmosky Kennedy suikasti hakkında endişleleri olanların Kennedy hayranları olduğunu varsaydı. Bazıları gerçekten öyle, bir çoğu ise değil. Kennedy 1963 yılında öldürüldü, bugün gençliklerini, yirmilerini, otuzlarını vekırklarını yaşayan insanları ona siyasi bir bağlılık geliştirecek yaşta değillerdi.
Sol eleştirmenler, gördüğümüz ilüzyonlar, sahte hayallerimiz, Mesih ve baba figürü özlemimiz veya gerçeklikle yüzleşmeyi bir türlü becerememiz hakkında psikloijik analizler yaparlar. Komplo tutkunluğumuz ve Mesih özlemimiz konusunda üstenci tespitlerde bulunurlar. Bizi fantaziye kaçmamız konusunda uyarırlar. hOnlar, iç bir şey bilmedikleri ve önemini kavrayamadıkları JFK suikasti konusunda bize rehberlik eden bizi solculukta aşan duayenlerdir. Araştırma literatürünü hiç okumasalar da, araştırmacıları ilgisiz ve mantıksız kişiler olarak görüp yok sayarlar. Kendi pozisyonlarını entelektüel saygınlık örtüsü altında gizlemek için, uygulamadıkları yapısalcılığın altına sığınırlar.
Sorgulamamızı teşvik eden, Kennedy’e tapmamız veya Mesih özlemimiz değil, manipülatif ve kötücül kurumlara karşı savaşma arzumuz. Demokrasi adına yaraşacak ve hesap verilebilirliğin kural olduğu bir sistemi ancak böyle inşa edebiliriz.